tag:blogger.com,1999:blog-90507270871375334702024-02-21T13:40:55.429+03:00radyo bembakafcamushttp://www.blogger.com/profile/12458483895260458063noreply@blogger.comBlogger65125tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-62376563577510703962009-08-26T23:47:00.005+03:002009-08-27T00:20:01.346+03:00tekrardan In Bruges<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiAgZpij4t_xTcPF4SLluO8EyUF502qevvoUyWzPbIBpDuoaDq9yopBK-auetX7r9B4v2yRjmFsTsocgrrakj_2AX-gaHJ7Krofql8RZfhNIgjNWgryFTV64s7G-Xf2OXWA4CZ9l6SIG14D/s1600-h/inbruges460.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 400px; height: 240px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiAgZpij4t_xTcPF4SLluO8EyUF502qevvoUyWzPbIBpDuoaDq9yopBK-auetX7r9B4v2yRjmFsTsocgrrakj_2AX-gaHJ7Krofql8RZfhNIgjNWgryFTV64s7G-Xf2OXWA4CZ9l6SIG14D/s400/inbruges460.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5374377687824397090" border="0" /></a><br />Bundan önce yazmaladığım In Bruges yazısı, bu film için çok yetersiz olmuş. Çünkü o zamandan bu zamana bu filmin benim için edindiği sıfat "Rakı içerek izlediğim tek film" şeklinde. Tekrardan bakalım filme.<br /><br />Üç güçlü karakter var. Üçünün de ayrı ayrı hayran olunacak özellikleri. Harry Waters, bizim coğrafyada nesilleri çoktan tükenen "İlkeli Kabadayı" statüsünden bir hayranlık yaratabilir. Ken, ununu elemiş eleğini asmış "güzel abi" olarak ayrı yönden çok sempatik bir kişilik olmuş. Ve tabii ki Ray! Hayatınız boyunca her hatırladığınızda yüreğinizin "Sök beni! At!" diye bağırdığı bir hata yaptıysanız; Ray'in kişiliğinin ne kadar gerçekçi olduğunu anlayacaksınız.<br /><br />Filmin mükemmel atmosferinin, Carter Burwell imzalı harika müziklerinin dışında; karakterlerinin ekrandan çıkıp da boğazınızı sıkabilecek kadar gerçek olması, tüm beğenimizin has sebebi aslında. Üç farklı adam var, figüranlar var; ve bir çocuk. Kayıp bir çocuk. Filmin kendi diliyle bir de "Londra'nın bir yerinde, altında hiç açılmayacak bir sürü hediye olan bir Noel ağacı" var. Bu sakatlanmış ruhların birbirlerini Bruges gibi bir yerde bulmaları ise beğenimizin diğer bir sacayağı. Kara mizah anlayışı Oğuz Atay'a çok benziyor filmin. Çok yoğun bir hüzün var, ama her şey aşırı derecede komik aslında. Her şey o kadar komik ki; ardı kesilmez kahkaha faslını geçip "gözlerimden yaş geldi" faslına giriyoruz.<br /><br />Mesela Ken:<br /><br /><span style="font-style: italic;">"At the same time as</span><br /><span style="font-style: italic;">trying to lead a good life,</span><br /><span style="font-style: italic;">I have to reconcile myself with the</span><br /><span style="font-style: italic;">fact that, yes, I have killed people."</span><br /><br />Mesela Ray:<br /><br /><span style="font-style: italic;">- You can't go back to England, Ray. You'd be a dead man!</span><br /><span style="font-style: italic;">- I want to be a dead man. Have you been missing something?</span><br /><span style="font-style: italic;">- You don't want to be a dead man, Ray.</span><br /><span style="font-style: italic;">- I killed a little boy!</span><br /><br />Mesela Harry:<br /><br /><span style="font-style: italic;">"Ken, if I had killed a little kid, accidentally or otherwise, I wouldn't have thought twice.</span><br /><span style="font-style: italic;">I'd have killed myself on the fucking spot. On the fucking spot.</span><br /><span style="font-style: italic;">I'd have stuck the gun in me mouth on the fucking spot!"</span><br /><br />Mesela çocuğun işlediği ölümcül günahlar:<br /><br />1 - Being moody.<br />2 - Being bad at maths.<br />3 - Being sad.<br /><br />---<br /><br />Being sad.<br /><br /><p><span style="text-align: left; display: block;"><p><object type="application/x-shockwave-flash" data="http://loverisloser.wordpress.com/wp-content/plugins/audio-player/player.swf" id="audioplayer1" height="24" width="290"><param name="movie" value="http://loverisloser.wordpress.com/wp-content/plugins/audio-player/player.swf"><param name="FlashVars" value="&bg=0xf8f8f8&leftbg=0xeeeeee&lefticon=0x666666&rightbg=0xcccccc&rightbghover=0x999999&righticon=0x666666&righticonhover=0xffffff&text=0x666666&slider=0x666666&track=0xFFFFFF&border=0x666666&loader=0x9FFFB8&soundFile=http://www.fileden.com/files/2009/1/12/2264957/04-carter_burwell-st._john_the_gambler_%28towens_van_zandt%29.mp3"><param name="quality" value="high"><param name="menu" value="false"><param name="bgcolor" value="#FFFFFF"></object></p></span></p>madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-22098473368850363262009-08-05T22:22:00.007+03:002009-08-05T22:46:26.112+03:00Welcome to the NHK<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwHeylX6SGnS1VZ7pYQ9BChfUKcQotTPHi_pevjcaIxoxB0__4Tw5XkO5o3kQV6-MpbfFTMcGniq1ktVdbv-Ffm0T8uB-IU5yhLWHoDiZgx8DxeoG1-2_wQy7IJ_1xXu_xdVMSQhdsxqdl/s1600-h/%5BOyasumi%5D+Welcome+to+the+NHK%21.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 294px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjwHeylX6SGnS1VZ7pYQ9BChfUKcQotTPHi_pevjcaIxoxB0__4Tw5XkO5o3kQV6-MpbfFTMcGniq1ktVdbv-Ffm0T8uB-IU5yhLWHoDiZgx8DxeoG1-2_wQy7IJ_1xXu_xdVMSQhdsxqdl/s320/%5BOyasumi%5D+Welcome+to+the+NHK%21.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5366566936481482738" border="0" /></a><br />Hikikomori, bizim için çok yabancı bir kavram gibi görünüyor. Japonya'da gençlerin çoğunluğunun yakalandığı bir ruh hastalığı hikikomori. Kabaca bilgi vermek gerek.Yaşamlarının belli bir bölümünde senelerce kendilerini odalarına kapatıyorlar. Yemek verilirse yiyorlar, yıkanmıyorlar, güneş ışığına tahammül edememeye başlıyorlar. Belirsiz bir süre zarfınca bu hikikomori yaşam tarzına devam ediyorlar. Hikikomori'nin nedenleri, sonuçları, tedavisi, sosyolojisi vesairesi üzerine geniş bir yazı yazmayı planlıyorum zaten. Çünkü en klişe tabiriyle "çağın vebası" olarak sıfatlandırabileceğim internet'le yakından ilişkisi var. O konuya sonradan gireriz.<br /><br />Welcome to the NHK, hikikomori üzerine araştırma yaparken ilk rastladığım argümanlardan biriydi. 24 bölümlük bu anime, bir hikikomori'nin yaşamını konu alırken; kullandığı anlatım biçimi, değindiği yan konuları vesairesi ile; anime sevenlere de, "Neymiş bu hikikomori?" diyenlere de kendini izletiyor. Japon yaşam tarzına, teknolojiye, Multi-Level Marketing çılgınlığına, RPG bağımlılığına, post-modern çağ yalnızlığına ve daha irili ufaklı bir çok "yeni çağ hastalığı"na da sağlam temeller üzerine bina edilmiş eleştiriler yöneltiyor. Esas adamımız Satou-kan'ın iç dünyası, animeye ismini de vermiş olan komplo teorisi gibi özellikleri ile birlikte; animelerin olmazsa olmazlarından durum mizahı örnekleri de ayrı artılar olarak gözüküyor. "Purupuru Pururin" şeklinde bir şarkı var ki hatta; Satou-kan ile birlikte kafayı yemenize neden olabilir. Aynı ses tonuyla sonsuza kadar tekrar eder gibi çalıyor ilk bölümlerde. Hatta aşağıya koydum, tahammül edebilen dinlesin. Satou-kan'ın bu şarkıdan sonra büyük projesi olarak başladığı galge yaratımı da ayrı bir mesele tabii. Galge neymiş ki? Biz bunu animelerde anlattık.<br /><br /><p><span style="text-align: left; display: block;"><p><object type="application/x-shockwave-flash" data="http://loverisloser.wordpress.com/wp-content/plugins/audio-player/player.swf" id="audioplayer1" width="290" height="24"><param name="movie" value="http://loverisloser.wordpress.com/wp-content/plugins/audio-player/player.swf"><param name="FlashVars" value="&bg=0xf8f8f8&leftbg=0xeeeeee&lefticon=0x666666&rightbg=0xcccccc&rightbghover=0x999999&righticon=0x666666&righticonhover=0xffffff&text=0x666666&slider=0x666666&track=0xFFFFFF&border=0x666666&loader=0x9FFFB8&soundFile=http://www.fileden.com/files/2009/1/12/2264957/Welcome_to_the_NHK_-_Mysterious_Purupuru_Pururin.mp3"><param name="quality" value="high"><param name="menu" value="false"><param name="bgcolor" value="#FFFFFF"></object></p></span></p><br /><br />Az buçuk bu konu hakkında merak hisseden her insana sıcak tavsiyedir.<br /><br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgOmTchKOHokCfSvbl6y9fOSaQIlHgM5KX1kKJ6XnbLMx9K67iBU5dGqI4AulIkSe5cNGBAzQit22hMkmbtjtgiTs1f6H3H2KO7pmL1bFGiubr_Viq16OuE6CyKwhadI5TGl41MJpH0qBWf/s1600-h/%5Blarge%5D%5BAnimePaper%5Dwallpapers_Welcome-To-NHK_Aruto(1.33)__THISRES__56169.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 240px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgOmTchKOHokCfSvbl6y9fOSaQIlHgM5KX1kKJ6XnbLMx9K67iBU5dGqI4AulIkSe5cNGBAzQit22hMkmbtjtgiTs1f6H3H2KO7pmL1bFGiubr_Viq16OuE6CyKwhadI5TGl41MJpH0qBWf/s320/%5Blarge%5D%5BAnimePaper%5Dwallpapers_Welcome-To-NHK_Aruto(1.33)__THISRES__56169.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5366566597601355042" border="0" /></a>madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-21530391592241639982009-07-15T05:37:00.004+03:002009-07-15T05:51:01.876+03:00Hürriyet Bizim Canımız<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvHazGGZNz4K1MvWOpBo1mJOKwT2p4xNCNjiEXuqClJzroTi8QucXRz7LU1BRy2SkKi46pESofcNAjCwgp67air7_hQFyJYmH64-DC6daT5UnqeoNIopMzdiHwN2v2xEiITR6GKCxuBDbl/s1600-h/8402030.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 200px; height: 200px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjvHazGGZNz4K1MvWOpBo1mJOKwT2p4xNCNjiEXuqClJzroTi8QucXRz7LU1BRy2SkKi46pESofcNAjCwgp67air7_hQFyJYmH64-DC6daT5UnqeoNIopMzdiHwN2v2xEiITR6GKCxuBDbl/s320/8402030.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5358510634721691506" border="0" /></a><br />Son günlerde hayatın ne kadar sıkıcı olduğuna dair felsefik düşünceler içerisindeydim. Kâh Schopenhaur okuyup Tokio Hotel dinliyordum. Kâh Caraco okuyup duvarlara "Chaos! Death!" yazıyordum. Kendimi aşmıştım. Her şey daha da kötüye gidecekken <a href="http://www.hurriyet.com.tr/gundem/12064196.asp?gid=229">bu habere</a> denk geldim. Sonra kendime geldim.<br /><br />Hürriyet Gazetesi bu topraklarda değil de Avustralya'da falan vücut bulsaydı hayat çok sıkıcı olmaz mıydı? Ne bileyim gözlerine siyah bant çekilen tavukları görmeseydik mesela; Bekir Coşkun hayvanları ve orduyu özünden çok sevmeseydi; bu hayat daha çekilmez olmaz mıydı? Avustralya'da "Unfortunate kangaroo raped by betrayer terrorists!" başlığı altında gözleri kapatılmış kanguru fotoğrafları yayınlayan gazeteler olduğunu duysaydık. İçten içe kıskanmaz mıydık? "Niye biz onlar kadar gülemiyoruz?" demez miydik?<br /><br />Bana yaşam enerjisi veren, pirzolalar yediren sebeplerin başındasın Hürriyet! İyi ki varsın!madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-45947214583819070622009-07-13T02:30:00.001+03:002009-07-13T02:32:15.476+03:00This Way Up"2009 Sundance Film Festival Official Selection" yazıyore.<br /><br /><br /><object width="400" height="300"><param name="allowfullscreen" value="true"><param name="allowscriptaccess" value="always"><param name="movie" value="http://vimeo.com/moogaloop.swf?clip_id=3989392&server=vimeo.com&show_title=1&show_byline=1&show_portrait=0&color=&fullscreen=1"><embed src="http://vimeo.com/moogaloop.swf?clip_id=3989392&server=vimeo.com&show_title=1&show_byline=1&show_portrait=0&color=&fullscreen=1" type="application/x-shockwave-flash" allowfullscreen="true" allowscriptaccess="always" width="400" height="300"></embed></object><p><a href="http://vimeo.com/3989392">This way up</a> from <a href="http://vimeo.com/user1531661">javier cuello</a> on <a href="http://vimeo.com/">Vimeo</a>.</p>madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-21864337507314332762009-06-27T22:02:00.004+03:002009-06-27T22:44:08.594+03:00Anlat İstanbulBazı filmlerden azami ganimeti alabilmek için farklı izlemeler yapmak gerekir. Misal Godfather serisini salt bir mafya filmi olarak değil de; kapitalizmin gelişim sürecini anlatan şahane bir film olarak izlemek her zaman daha faidelidir. Böyle filmler, değişik zamanlarda teklifsizce çıksalar yine ve tekrar izlenirler, değerlerini yitirmezler.<br /><br />Anlat İstanbul'u Godfather'ın yanına koymak ne kadar uygundur bilemem. Ancak yanında yer almasa bile; en kötü ihtimalle bir sıra arkasında oturduğunu düşünüyorum. Öyle ki; gece dört buçukta bir TV kanalında çıksa, sahnelerinin yarısı kesilmiş olsa, sabah bekleyen işler olsa da kendini izletir.<br />Türk sinemasında pek alışık olmadığımız bir kurgu biçimi, çeşitli yönetmenlerin kendi stilleriyle anlattıkları hikayeler, masal imgesi ve müthiş oyunculuklar gibi maddeleri sıralamaya gerek bile duymuyorum. Bu perspektiflerden bakıldığında şahane bir filmdir.<br />Odağa odaklanmış ve ona doğru ilerlerken yüzlerce detayı ezip geçen bir erkek beyniyle bakıldığında da şahane filmdir. Odağı unutmuş ve detayların arasında gezinen bir kadın beyniyle bakıldığında da şahane filmdir. Ancak bu filmin hakkını teslim etmek için bunlar yeterli değil işte.<br /><br />Her şehrin masalları vardır. Şehrin "sakinleri" bu masalları vizyona koyarlar. Uzaktan bakarak izlediği masalın gürültüsüne kapılan ve masal karakteri olmak isteyen insanlar da masalın hazırlandığı film setine akın ederler. Halbuki ne o masala ajanslardan çağırılmış oyuncular, ne de izleyenler; masalı yaşayamazlar. Masal, havada kalmış bir hikayedir, hiç bir zaman gerçekleşmeyecek bir istektir. Masalın varlığına inanıp, kendi de dahil olmak isteyen her insanın karşılaşacağı nihai durak çürümüş bir duvardır ancak. Hem bu masallarda ne başrol için yönetmenin yatağına girmek zorunda kalan prensesler, ne de "televizyona uygun bir sıfatı olmadığı için" kovulan 8. cücelerden bahsedilmez. Bu hikayeler masalın kendisinden daha büyük yer kaplarlar aslında ve tabii masalın inadına gerçeğin başkentinde ikamet ederler.<br /><br />Anlat İstanbul, işte tam olarak buradan alıyor bayrağı. Bu masalların; her köşesinde, her an, farklı şekillerde yaratıldığı İstanbul'un; makyajlı suratına bir tokat indirmeyi görev addediyor. "Size üfürülen masalların film setinde bunlar yaşanıyor!" diyor. Bütünün tamamına hakim olamasa da, ışık tuttuğu örümcek ağı bağlamış köşelerde görülenler bile sahici bir anlama ulaşmakta yol kat ettiriyor. Filmin tüm karakterleri ve hikayelerinin ötesinde duran ana fikrini de; küçük bir kızın ağzından göze parmak sokmadan aktarıyor: <span style="font-weight: bold;">"Şehirler arasında en güzeli İstanbul'dur. Bundan eminim. Çünkü ben İstanbul'u hiç görmedim."</span><br /><br />Her şehrin birden fazla yüzü vardır. En sahteleri ise uzaktan görünenler işte. Şehir genişledikçe sahte yüzleri güzelleşir. Ben derim ki, şehirler arasında en yalancısı İstanbul'dur. Ardından İzmir gelir. Bir de Ankara'dan bahsederler ama; o konuda selamı kafcamus'ye verelim. Anlamam ben.<br /><br />İncelikle işlenmiş karakterleri ve ilişkileri başlı başına hayran olunabilecek yanlar taşısa da; bu filmi bir de böyle izlemek gerek. Altan Erkekli'yi bu filmde izledikten sonra; "Komedi Türk" adı altında yaptığı şaklabanlığa neden kazan kaldırıldığı da anlaşılır tahminimce.<br /><br />Şu sahneyi izleyip etkilenmeyecek insan var mıdır? Yoktur bence.<br /><br /><br /><object width="400" height="344"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/YRoX1ty07nM&hl=en&fs=1&"><param name="allowFullScreen" value="true"><param name="allowscriptaccess" value="always"><embed src="http://www.youtube.com/v/YRoX1ty07nM&hl=en&fs=1&" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="400" height="344"></embed></object><br /><br />Halen Youtube'a erişmekte sorun çekenler için de <a href="http://www.pclabs.com.tr/2008/10/24/youtubea-hosts-dosyasi-degisikligi-ile-basitce-erisin/">şöyle bir şey</a> var kıyıdan.madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-77209593419236675222009-06-27T00:02:00.001+03:002009-06-27T00:04:07.252+03:00SignsKısa film. Uzun sırıtış.<br /><br /><br /><object width="400" height="340"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/uy0HNWto0UY&hl=en&fs=1&"><param name="allowFullScreen" value="true"><param name="allowscriptaccess" value="always"><embed src="http://www.youtube.com/v/uy0HNWto0UY&hl=en&fs=1&" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="400" height="340"></embed></object>madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-5159400593387975972009-06-12T06:05:00.002+03:002009-06-12T06:11:42.568+03:00yeni valiniz hayırlı olsunÖnce <a href="http://www.sabah.com.tr/Gundem/2009/06/12/cerrah_osmaniyeye_vali_olarak_atandi">şu habere</a> bakalım.<br /><br />Cerrah Babalıkla başlayıp işkenceciliğe, oradan da maricinal valinin sağ koluna terfi eden adam şimdi vali oldu. Osmaniye'nin ne olduğunu bilen şaşırmayacaktır tabii. Ama ben dinlendirme amaçlı gönderildiğini düşünüyorum. 3-4 sene içerisinde "Yeter, çok dinlendin." deyip güneydoğuya gönderirlerse şaşırmam. Eski mesleğinin imajını tekrardan kazanır.madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-19386511952182992022009-06-09T23:07:00.002+03:002009-06-09T23:19:40.803+03:00Lake Tahoe<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhZiMB2jjqw-BigCCvPMlyC29zcNfRyn-xnP7mw5YxFCtx2trQwX_hXjCzL1T_alMrM8Y_SNBxcWP-9-OH1k_uThvkskIbMYKpSz7vxH-lo_0w93iTS5SkQk2AdiT566q66k9VW8zHrFYhr/s1600-h/news_3464_user_18046.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 187px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhZiMB2jjqw-BigCCvPMlyC29zcNfRyn-xnP7mw5YxFCtx2trQwX_hXjCzL1T_alMrM8Y_SNBxcWP-9-OH1k_uThvkskIbMYKpSz7vxH-lo_0w93iTS5SkQk2AdiT566q66k9VW8zHrFYhr/s320/news_3464_user_18046.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5345422008523254066" border="0" /></a><br />Film festivallerinde görülen Meksikalı Eimbcke'nin geçen seneki filmi bu. İsminden aldanıp yemyeşil ağaçları, mavinin ilk anlamındaki denizleri vesaireyi gösterdiği sanılmasın. Aksine Meksika'nın insanı sinir eden durgunluğu ve renksizliğinde geçiyor film. Tahoe Gölü ise hiç gidilmemiş, hiç görülmemiş, oralarda bir yerde olduğu bilinen bir seyahat kartından ibaret.<br /><br />Film belki de şimdiye kadar çekilmiş en sakin film. Ne kadar iyi olursa olsun uyutabilecek cinsten. Kısa tutulmuş, belki de bu yüzden. En derin acılardan birinin bu kadar sessiz ve yavaş anlatılması belki bir artı olarak kabul edilebilir. Ancak arka plana atılan acı hikayesinin sahnesinde karşılaştığımız karakterler tamamen kendilerine münhasır şahıslar. Hepsi ayrı bir dünyada; bazen birbirlerinin çekim alanlarına girip ayrılıyorlar.<br /><br />"Bir araba tamir etmek için ne kadar zaman gerekir?" diye bir soru atsak ortaya, bu film izlenmeden cevap verilmemesi gerekir. O öldürücü can sıkıntısı ve siesta havası filme öyle bir yedirilmiş ki; izlerken gayet içten öflemekler püflemekler ortaya çıkabilir. Filmin çekim tekniği de kendine özel. Film izlermiş gibi değil de, bu insanları uzaktan gözetleyip dinlermiş gibi izleniyor. Belki sırf bu yüzden güzel; ama güzel film.madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-9615770044316292272009-06-04T02:06:00.004+03:002009-06-04T02:20:39.253+03:00Sanguepazzo aka Wild Blood<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiNuANelIcNcHweKF1iWXLSXhK2C52oXnfQLUyILHxQ3zMk1Nz3XUma_NsFMvliS5_nN7llOrgLMYImMqNxVUVfQNu4Dq7NindRCSO6ACzua7gvPTtyh9DiE0yReG2xJj-rfJOoNflv6U2L/s1600-h/SANGUEPAZZO.jpeg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 213px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiNuANelIcNcHweKF1iWXLSXhK2C52oXnfQLUyILHxQ3zMk1Nz3XUma_NsFMvliS5_nN7llOrgLMYImMqNxVUVfQNu4Dq7NindRCSO6ACzua7gvPTtyh9DiE0yReG2xJj-rfJOoNflv6U2L/s320/SANGUEPAZZO.jpeg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5343242515559004130" border="0" /></a><br />Monica Belluci'nin geçen seneki filmi. İtalyan-Fransız ortak yapımı. Yani sonuç olarak Monica Belluci'nin başrol oynadığı film, Monica Belluci filmidir; diğerleri arkadan gelir. Bu sene çektiği iki filmi, özellikle "Ne te retourne pas"ı izlemeden önce alıştırma niyetine izledik.<br /><br />Faşist İtalya döneminde geçiyor film. Ne faşistlerden ne de direnişten yana bir tutum sergileyen aktris Luise Ferrida ile aşık olduğu iki adamın hikayesini anlatıyor. Tarihi bir film olarak bakıldığında pek bir şey vaad etmiyor. Drama filmi olarak bakıldığında ise Monica hazretleri haricinde gayet başarılı oyunculukları ile birlikte güzel bir film sayılabilir. Yani ki; içinde bu kadının olduğu film zaten izlenir. Hatta film değil, başka bir şey olsa da izlenir. Ne bileyim; Monica içsin, yesin, sıçsın, gezsin, tozsun, sevişsin, hoplasın, zıplasın, televizyon izlesin falan. O bile izlenir. Ama gel gelelim, bu filmdeki oyunculuğu berbat işte. Yönetmen, güzel bir film ortaya çıkarabilecekken başrol seçimi ile içine etmiş projenin.<br /><br />Monica Belluci hayranları zaten izler bu filmi; ama öyle iyi bir film falan değil neticede.madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-36454810422903393102009-06-01T22:37:00.002+03:002009-06-01T23:01:42.387+03:00Der Baader Meinhof Komplex<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGNPDbkq_Vxj3fCxxovvDuZMkEYvSd38FJ0Q4Cu7e57XIIZk-3LG6cQ9pegWSk0CcfAKTuFcPinpYthsBOz-AvzjMhiaL08R4epN-aYbLcP3bH_4gQ6V2emQyflLB9asMqTbEMTjfR0AOL/s1600-h/Plak+006-001-058_copy.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 224px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGNPDbkq_Vxj3fCxxovvDuZMkEYvSd38FJ0Q4Cu7e57XIIZk-3LG6cQ9pegWSk0CcfAKTuFcPinpYthsBOz-AvzjMhiaL08R4epN-aYbLcP3bH_4gQ6V2emQyflLB9asMqTbEMTjfR0AOL/s320/Plak+006-001-058_copy.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5342446208815643714" border="0" /></a><br />Bu afiş, 70ler Almanyası'ndaki orjinalinden kopyadır.<br /><br />Mesela bu yörede ilahlaştırılan Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya gibi isimlerin Almanya'daki karşılıkları RAF'ın kurucuları işte. Stefan Austs'un kaleminden okuduğumuz kitabın filmi de onların hayatını anlatıyor.<br /><br />Filmi izledikten sonra anladığımız şu ki; bizimkilerin çektiği küçük emrah filmi kıvamındaki 12 Eylül anlatıları ile arasında çok fark var. "Anlatı" diyorum, çünkü çoğuna film demek saflık olur. İşte Baader/Meinhof'un filmini film yapmış Uli Edel. Hiç yoktan bu yönüyle bir takdiri hakkediyor. RAF'ın amaçlarına, anti-kapitalist propagandaya, şiddete yönelme nedenlerine neredeyse hiç değinilmemiş. Filmde izlediğimiz, daha çok; bildiğimiz RAF'ın nasıl işlediği.<br /><br />Karakterler arasındaki ilişkiler, dönemin stresli atmosferi, o zamanlar işlerin nasıl yürüdüğü vesairesi ne ifrata ne de tefrite kaçılmadan anlatılmış. Ama tabii ana amaç Ulrike Meinhof ile Andreas Baader'in hayatlarını anlatmak olduğundan; daha çok onların kişiliklerine, aktivitelerine, duygusal salınımlarına tanık oluyoruz film boyunca. Eylemler ve toplantılar gayet gerçekçi şekilde anlatılırken yine ana amaçtan sapmamak için örgütlenme safhalarının kıyısından bile geçilmiyor. Bir de ne silahlar varmış arkadaş o zamanki teröristlerin ellerinde. Kıskanarak izledim bazı sahneleri desem, yalan olmaz.<br /><br />Tabii hem solcu hem de kitle ekmeği yiyen insanlar çıkıp da: "Baader kadın düşmanı değildi! O öyle değildi. Bu böyle değildi. RAF'ın nasıl oluştuğu, amaçları anlatılmıyor. Sadece şiddet üzerine odaklanılmış. Bu film berbat! Hiç de bilem öyle değildi o zamanlar abisi." şeklinde dam üstünde saksağan yorumları yaparlar. Normaldir. Ne solcu ne de kitle ekmeği yiyen bir insan olarak; ben bu filmi gayetle başarılı buldum. Az buçuk bu tarihlerle ilgisi olanlar, zaten olayların birbirleriyle olan bağlantılarını biliyorlar sonuç olarak.madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-32426158322396205382009-05-29T00:48:00.003+03:002009-05-29T01:09:08.694+03:00Ikigami<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEic1z54CdTPhdZkW9EimRPAWUem13vQzSOL1K5uk0BjS2WYdZ1LU3NiXhWlsxK7LRyPWxZzL9vpUy3_gFZ2GnzW2vDxs74R0-6ReQ3wqNX44eSf2iZ1Wy-rEZ9QRKiqi-b0jnXCgwaYoJbo/s1600-h/ikigami500.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 226px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEic1z54CdTPhdZkW9EimRPAWUem13vQzSOL1K5uk0BjS2WYdZ1LU3NiXhWlsxK7LRyPWxZzL9vpUy3_gFZ2GnzW2vDxs74R0-6ReQ3wqNX44eSf2iZ1Wy-rEZ9QRKiqi-b0jnXCgwaYoJbo/s320/ikigami500.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5340995157944072226" border="0" /></a><br />Japon sinemasının drama üzerine ihtisas yaptığını düşünüyorum. Çünkü o yöreden çıkan tüm drama filmleri belli bir seviyenin üzerinde oluyorlar. "Japon draması" terimi ise terminolojimize çoktan girdi. İşte müzikleriyle, hikayeleriyle, oyunculukları ve topyekün atmosferiyle Ikigami, Japon sinemasından kallavi bir distopya örneği.<br /><br />"You serve our nation!" meselini daha önce de gerek aksiyon, gerekse pür dramatizasyon üzerine kurulu filmlerde izledik. Ancak bu film için beklentileri yüksek tutmaktan çekinmeyin ve distopya namına izlediğiniz tüm filmlerin iki gömlek üstünü hayal edin. Ikigami oralarda bir yerde ikamet ediyor.<br /><br />Ulusal Refah Kanunu yürürlüğe konulur ve bu kanun çerçevesinde ilk okula başlayan her vatandaşa aşılama yapılır. Bu enjeksiyonlardan bazılarının içinde nano-kapsüller vardır. Kapsülün kimlere enjekte edildiğini kimse bilmez. Ve vücudunda kapsül olan insan, 18-24 yaşları arasında belirli bir gün ve belirli bir saatte kapsülün akciğer damarını kesmesiyle ölecektir. Amaç, hayatın değerinin kavranması ve ulusun yararlılığının artırılması olarak özetlenir.<br />İşte, bu kapsülü 7 yaşında damardan yiyen insanlara ölmeden tam 24 saat önce ölüm sertifikası gönderilir bilgilendirme amaçlı; bu sertifika ile istediği şekilde seyahat edebilecek, yiyecek, içecek ve son gününü paşalar gibi yaşayacaktır.. kağıt üstünde..<br />İşte o sertifika da bahsimiz olan filme adını veriyor: ikigami.<br /><br />Sonuç olarak, distopyanın da Japon dramasının da biraz ötesinde bu film.madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-69593209566713440282009-05-21T04:25:00.006+03:002009-05-21T06:39:32.825+03:00In Bruges<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj6i6jLJ-Eo5sF4767eOGb-6HULQGBOvwwHn5_pKD4IGsosKVFQCeyfXbXp3UtkjqcRo7VNqH1So8IzGt517vHT1tVKR49ZeE_Szz2uj3Ar0L9F_WT3IXbJgnv_a4Q4lp4ds0f3Hr8v0RmN/s1600-h/in_bruges.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 303px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj6i6jLJ-Eo5sF4767eOGb-6HULQGBOvwwHn5_pKD4IGsosKVFQCeyfXbXp3UtkjqcRo7VNqH1So8IzGt517vHT1tVKR49ZeE_Szz2uj3Ar0L9F_WT3IXbJgnv_a4Q4lp4ds0f3Hr8v0RmN/s320/in_bruges.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5338093650168974002" border="0" /></a><br /><a href="http://catfishblues.wordpress.com/2009/05/09/in-bruges/">Şurada</a> görüp de edindim filmi. Bir çok yönetmenin, kariyerlerinin zirvesindeyken ulaşamadıkları yeteneği; ilk uzun metraj filmiyle Martin McDonagh'da görüyoruz. Yönetmen olarak önünde çok başarılı bir kariyer olacak gibi. Bir de senaryo yönünden geliştirirse kendini; büyük ihtimalle ileride büyük yönetmenlerden biri haline gelecek.<br /><br />Baştan söylemek lazım gelir ki; film boyunca birbirinden şahane Brugge görüntüleri var. Başrolü Brugge'e vermişler. Bu yönüyle tam bir görsel şaheser. Tabii çok iyi ayarlanmış kamera açıları ve çekim tekniklerinin bunda etkisi büyüktür. Aynı sahneleri <a href="http://www.imdb.com/name/nm1436693/">Murugadoss</a> çekseydi şöyle ekranı ikiye bölerek falan; büyük ihtimalle beğenilmezdi tabii. Filmde yaratılan atmosfere tamamıyla sadık kalınarak oluşturulan soundtrack seti ile o görsel şaheserin üstüne kaymak eklenmiş. Bir de McDonagh ilk filmi olmasına ramen oyuncuya göre rol biçmek yerine role göre oyuncu biçmiş ve neredeyse hepsini yerli yerine oturtmuş. Karakterler arasındaki asal çatışmalar, diyalogları vesairesi de güzel. Ancak hikayeyi en sevmediğim şekilde bitirmiş; tam anlamıyla kötü bir senarist gibi. En büyük eksi puanı da oradan alıyor işte. Senaryo üzerine çalıştığı, diyalogları titizlikle yazdığı belli oluyor. Tam tıkırında giden senaryoyu böyle kötü bitirmek de acemilik emaresi olsa gerek. Sonuç olarak, ilk filmiyle ödül alan yönetmenler arasına girdi McDonagh işte. Güzel oldu.madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-1487680477593475442009-05-16T22:55:00.012+03:002009-06-06T21:18:01.442+03:00The Pariah, The Parrot, The Delusion<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2hKuX7JVbzEzM4fdQi5fnepozw-DfBgwfdJhBfcVQe4lRQWEaDJhs2T7M0WlRFy0jdiHyhpVJGTEBZ_yccQ18oT0Gzc_AW3cqPU16YF1iXcJhkwBSRnhAL2Mdsu1GL0cv4TGeDlBgA5wc/s1600-h/ppd.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 286px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2hKuX7JVbzEzM4fdQi5fnepozw-DfBgwfdJhBfcVQe4lRQWEaDJhs2T7M0WlRFy0jdiHyhpVJGTEBZ_yccQ18oT0Gzc_AW3cqPU16YF1iXcJhkwBSRnhAL2Mdsu1GL0cv4TGeDlBgA5wc/s320/ppd.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5336513141536500722" border="0" /></a><br />Yaptıkları müziğin ne notalarla ne de müzik terimleriyle açıklanamadığı gruplar vardır. Belki kulakların bakirliğinin bozulmasından, belki yakaladıkları atmosferden, belki üstün yeteneklerinden, belki de gerçekten özel olmalarından dolayı. Kuşkusuz dredg onlardan biri. Metallica yorumlasa "Eski Metallica geri döndü lan!" diyerek kafa sallanabilecek besteler bile yapsalar, üstüne kendi tarzlarını oturtmayı başardılar. İşte bu yüzden müzik terimleriyle açıklanamayacak bir müzik, dredg'in yaptığı. Özel bir müzik.<br /><br />Özel diyerek niteleyebileceğimiz grupların her yeni albümü; sevincin yanında, "Acaba o özel şeyi bozdular mı?" sorusunun beyne musallat olmasına da neden verir. dredg'in yeni albümü "The Pariah, The Parrot, The Delusion" 6 Haziran'da resmi olarak çıkacak. Bir şarkıyı da myspace sayfalarına çoktan koydular. Ama internet'in faydaları işte; içinde yazdığına göre bir kaç saniyelik kesintilerle birlikte albüm dolaşıyor ortalıkta. Kaçırır mıyız? Hayır.<br /><br />İşte bu albüm, ilk şarkıdan başlayarak o berbat sorunun cevabının olumlu olduğunu hissettirdi bana. İlk on devir sonucunda dredg'in artık değiştiğini ve bu albümün diğer albümlerin yanına bile gelemeyeceğini düşündüm. Bundaki etken ne müzikalite ne de başka bir şey. Sadece dredg'in yaptığı müziğin önceden hissettirdiği o özel duyguyu hissedemedim. Sonuçta bu grup bize Catch Without Arms gibi baştan sona şahesere dolanan bir albüm verdi. Beklentilerin yüksek olması normaldir. Ancak sonraki bir hafta boyunca şarkılar kafamın içinde dolanmaya başladılar ve her nota, her tını, her duygu, her zevk yerlerine oturdu. dredg'in yeni albümü, yine bir dredg albümü. Ne kadar popüler müziğe de kaysalar, ne kadar sound'unda değişiklik de yapsalar; albüm kapağından tracklist'ine kadar tam anlamıyla bir dredg albümü. Şimdiden benim gözümde kendine CWA'ın aşağısında Leitmotif'in yukarısında bir yer edindi. Defalarca dinlenecek, içine bir sürü duygu sığdırılacak, bir çok özel ana eşlik edecek bir albüm. Tam anlamıyla bir dredg albümü işte.<br /><br />Paylaşmak gerekirse albümün en iyisini vesairesini değil; eski dredg albümlerinde hissedilen o özel şeyi en çok duyumsadığım parçayı paylaşayım. Hemi de bu açıklamayla doğru orantılı bir ismi var "Quotes" diye.<br /><br /><p><span style="text-align: left; display: block;"><p><object type="application/x-shockwave-flash" data="http://loverisloser.wordpress.com/wp-content/plugins/audio-player/player.swf" id="audioplayer1" width="290" height="24"><param name="movie" value="http://loverisloser.wordpress.com/wp-content/plugins/audio-player/player.swf"><param name="FlashVars" value="&bg=0xf8f8f8&leftbg=0xeeeeee&lefticon=0x666666&rightbg=0xcccccc&rightbghover=0x999999&righticon=0x666666&righticonhover=0xffffff&text=0x666666&slider=0x666666&track=0xFFFFFF&border=0x666666&loader=0x9FFFB8&soundFile=http://www.fileden.com/files/2009/1/12/2264957/16-dredg-quotes.mp3"><param name="quality" value="high"><param name="menu" value="false"><param name="bgcolor" value="#FFFFFF"></object></p></span></p>madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-13755309818906030932009-05-15T00:15:00.000+03:002009-05-15T00:16:25.858+03:00bazen caponlar bile....öyle.<br /><br /><br /><object width="400" height="270"><param name="allowfullscreen" value="true"><param name="allowscriptaccess" value="always"><param name="movie" value="http://vimeo.com/moogaloop.swf?clip_id=3987204&server=vimeo.com&show_title=1&show_byline=1&show_portrait=0&color=&fullscreen=1"><embed src="http://vimeo.com/moogaloop.swf?clip_id=3987204&server=vimeo.com&show_title=1&show_byline=1&show_portrait=0&color=&fullscreen=1" type="application/x-shockwave-flash" allowfullscreen="true" allowscriptaccess="always" width="400" height="270"></embed></object><p><a href="http://vimeo.com/3987204">La maison en petits cubes</a> from <a href="http://vimeo.com/user1531661">javier cuello</a> on <a href="http://vimeo.com/">Vimeo</a>.</p>madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-84331600505867370782009-05-12T02:00:00.003+03:002009-05-12T02:14:34.595+03:00Ghajini<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEimpvae4j1TSpmb5Zmb-iz_1phigh4YVuxlxgYekDpK7-NxuduVe59rfc-WhYCNyjqRhc-N0B4VoZ0-J0QrYMVCiZbSho1ATS-1jay96JZpNiJod7NnZxgXzCHKT00MEAhf1KDghAED_Qwr/s1600-h/ghajini_hindi.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 247px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEimpvae4j1TSpmb5Zmb-iz_1phigh4YVuxlxgYekDpK7-NxuduVe59rfc-WhYCNyjqRhc-N0B4VoZ0-J0QrYMVCiZbSho1ATS-1jay96JZpNiJod7NnZxgXzCHKT00MEAhf1KDghAED_Qwr/s320/ghajini_hindi.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5334705275799324306" border="0" /></a><br />Bollywood sinemasının şahika örneklerinden bir film. Bu filmi beğenip izleyenler var bu coğrafyada, ciddiyim. Bollywood güzel ya hani.<br /><br />Memento'yu alalım, üzerine süper kahraman figürü ekleyelim ama Sylvester Stallone olsun o; sonra biraz da Julia Roberts filmi havası, kesmediyse biraz da Hint dansı. Bunları toplayıp birleştiremeyelim. 3 saatlik bir film çıksın ortaya. Seveni çıkar mutlaka.<br /><br />Filmin başında Memento taklidi olduğunu sandım. Hafıza kaybı, dövmeler, notlar, fotoğraflar falan. Ama taklitten betermiş hakketen. Başroldeki denyo "Bir sürü kasım var, şarkı da söylüyorum, Hindistan'ın sevgilisiyim." havasında. Oyunculuk namına zerre gayret yok. Salya saçarak karizma yapıyor, başka da bir olayı yok. Beton surat. Hikaye desen hak getire, kopuk kopuk. "Ne anlatmaya çalıştın?" desen bir üç saat daha film çeker herhalde yönetmen. Kurgu desen herhal anlamı bilinmiyor, sorgulamamak lâzım. Bir sürü figüran, dublör, görsel efekt falan kullanılmasına ramen Cüneyt Arkın filmlerinden daha kötü. Fazla da yazmamak gerek sanki, <a href="http://www.imdb.com/title/tt1166100/">imdb</a>'ye bakıyoruz "genre" kısmında neler yazıyor diye. Salyalar saçarak gülüyoruz.madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-37292114267435488752009-05-05T22:24:00.005+03:002009-05-05T22:56:36.264+03:00Wolverine<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6MDJvjs7IG-PVg64POZ_lF3wss8Twc47FLltgud3BpB0zsPFgvW0-A-TdXpAefdPPsBdVm1mum7MgQagp4lhqCZFT8JJ0DojXbr9vfgUFrBo3W6FVikIfR_dLxE2WOJwzOmmWeL_boX2W/s1600-h/xmen_origins_wolverine_still2.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 320px; height: 234px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6MDJvjs7IG-PVg64POZ_lF3wss8Twc47FLltgud3BpB0zsPFgvW0-A-TdXpAefdPPsBdVm1mum7MgQagp4lhqCZFT8JJ0DojXbr9vfgUFrBo3W6FVikIfR_dLxE2WOJwzOmmWeL_boX2W/s320/xmen_origins_wolverine_still2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5332423048430205090" border="0" /></a><br />"X-Men Origins: Wolverine" şeklinde bir isim uygun görülmüş bu filme. Internet'te dolaşan, montajın bitirilmediği, halatların falan gözüktüğü berbat versiyonunu yaklaşık iki ay önce izlemeye çalışmıştım da dayanamayıp kapamıştım. Hem hazır boş zaman bulmuşken, hem de halen sinemadan zevk alırken gideyim izleyeyim dedim. X-Men serilerine az da olsa sempati besleyen herkesin beğeneceği bir film çıkarmışlar sonuç olarak.<br /><br />X-Men'i ecnebi veletler gibi çizgi-romanlardan değil de; çizgi filmlerden ve atari salonlarından tanımıştım. Tabii çizgi film denince sayacağım favorilerim arasına giremedi halen; ama izleyen herkesin bir favori karakteri vardır. Benimki Wolverine değildi netekim. Ancak ilk film çekildiğinde, herkesin kabul edeceği gibi Hugh Jackman o role o kadar yakıştı ki, diğer karakterler sönük kaldı. Wolverine'in karizması insanları etkiledi; ki bu da Jackman'ın rolünün hakkını verdiğini gösterir.<br />Yapımcılar da bunu bildiklerinden Wolverine'e münhasır bir film çıkardılar. Görünen o ki, işi kotarmışlar da. Tıpkı türün diğer örneklerinde olduğu gibi "bol görsel efekt, bol aksiyon, araya aşk hikayesi koy, bir de mesaj ver, tamamdır." anlayışı var filmde. Tabii Hugh Jackman, filmden asıl beklenileni veriyor, ona bir söz edemeyiz. Bu filme göre devam edip etmeyeceğine karar verecekti. Transit devam kararı çıktı bir nevi.<br />Wolverine karakterinin çocukluğundan başlatıyorlar filmi, oradan sivil savaş, Omaha Beach ve Vietnam sahneleri geçiyor hızla. Wolverine'in psikopat kardeşi Sabretooth'u da daha iyi tanıyoruz böylece. Hatta filmde zaman zaman Wolverine'in önüne bile geçiyor karizma olaraktan. Sonrası pre-dramatik Wolverine hikayesi. Diğer karakterler de aynı ayarda. Tabii benim favori karakterim Gambit var; ki onun olduğu bölümlerde düğün ateşi açasım geldi. Arada tüm kurgunun içine eden durumlarla karşılaşılıyor tabii ama beklediğimden iyi çıktı, ne diyeyim. X-Men 2 veya 3'ten de daha iyi olmuş. Zevk veriyor. Ne büyük bir ödül alır, ne de kitaplara girer. Ama Wolverine işte. Seveni izler. Hasılat da yapar; ki yapmış zaten.<br /><br />Yalnız sinemada bundan önce izlediğim son film de <a href="http://radyobemba.blogspot.com/2009/03/watchmen.html">Watchmen</a> idi. Neler oluyor, anlamadım. Comedian'dan, Rorschah'tan, Ozymandias'tan, Dr. Manhattan'dan sonra Wolverine'e tamah etmek de kötüymüş bir yandan. Vay anasını sayın seyirciler.madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-9595696477011154362009-05-04T01:18:00.003+03:002009-05-04T02:00:50.644+03:00maricinal işkenceci<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjf04QeB_rxdykETauhdwGf5oZejFYCnViv6lhF0IqH8NpTrPlp9uGGPKH22MxErVuxXzArFV-sJeKzITpCDt4tSMPXsQ2nbfnyVENv7N4F1T-WF37R_fq9x5gkkPKCQZlP8SHwB8H8DgzB/s1600-h/showImage.jpg"><img style="margin: 0pt 0pt 10px 10px; float: right; cursor: pointer; width: 200px; height: 171px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjf04QeB_rxdykETauhdwGf5oZejFYCnViv6lhF0IqH8NpTrPlp9uGGPKH22MxErVuxXzArFV-sJeKzITpCDt4tSMPXsQ2nbfnyVENv7N4F1T-WF37R_fq9x5gkkPKCQZlP8SHwB8H8DgzB/s200/showImage.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5331730389044041218" border="0" /></a><br />80 sonrasının isim yapmış kanun adamlarındandır kendisi. gonyalı olması bir kenara, ondan ve adamlarından sünnet izi almamış hiç bir hareket yoktur. gücü olan her kesime yakın durur, yeri her zaman sağlamdır. istanbullu olarak kariyerinin zirvesini de yaptı. o zirveyi bırakmamak için şimdilerde mevzu bahis kanun adamlığını ne kadar üst seviyelerde icra ettiğini görüyoruz şimdi. 90lardaki işkenceci imajını bile aratıyor. şimdi maricinal valinin maricinal kasabı imajıyla her karede, her operasyonda görüyoruz kendisini. bu ikiliyle aynı masaya oturmak, aynı kararları almak, aynı "provakatörler"e karşı cephe almak, uzlaşmaya varmak, enseye tokat göte parmak olmak; kanı bozukluk değildir de nedir şimdi? mesele ne bir mayıs, ne de mücadele etiği. sol da zerre umrumda değil. mesele onursuzluk, mesele şerefsizlik, kaypaklık ve ikiyüzlülük.madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-92192505608457150612009-05-04T00:03:00.002+03:002009-05-04T00:12:53.370+03:00Maricinal adam tabiiOrantılı-orantısız tartışmasını pelesenk ettikleri geçen <a href="http://radyobemba.blogspot.com/2008/05/kan-bozukluk.html">seneden</a> sonra; şimdi de "makul sayı"yı çıkardılar. Oraya gidip de paşa paşa yürüyen insanları ben bu sefer anlamaya bile çalışmayacağım. 1 Mayıs bayram olmuş, vay anasını. "Kanı Bozukluk" başlığını buna da atabiliriz gibi. Ama tarafları değiştirmek şartıyla. Tüm dünyanın karşısında cephe aldığı Hitler'in bile ölümü bayram olarak kutlanmıyor be. Bu günü artık tamamen bayram olarak kabul ettirdiler. Oh ne güzel. "İşçi Bayramı'nı, bayram gibi kutlasınlar. Adamın tasını attırmasınlar." diyenler artık haklı mı? Dibine kadar. Tebrik ediyoruz. Büyük iş becerdiniz.<br />Bu insanlar garip. Yılın yarısını bu güne hazırlanarak geçirirler. Sonra yürüyüp slogan atarlar. Akşamına "Bu seneki çok güzeldi." diye içmecelere başlarlar. Vallahi garip. Yahut patolojik vaka.<br /><br />---<br /><br />Tüm bunların dışında, televizyonlarda daha çok Muammer Güler görmek isterdik tabii. Gerçi bahar daha bitmedi. Eylemler olur daha. Bir kaç örgüt evine baskın yapıp; tuvalet pompası, ekmek bıçağı, viski şişesi ve çaput ele geçirirler. O zaman çıkmasını umuyoruz televizyona bol bol. Durmadan "marksistleninist" desin istiyoruz.madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-12849556953598284042009-04-25T00:04:00.003+03:002009-04-25T00:12:45.766+03:00The Last Airbender<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_eIPfAkfTxrAZ-ZjFvXpU39HJAaIjNQzisorf6ZYQDYd18sjbFs8-WPL-0tkR9LZ7CJwClzviEk6j0xksD186p7GIkJAclYlPmSoLSbPuCzgbkFhqDVeegnMQXn4r6ehy-dvZljITqGM4/s1600-h/avatar2.jpg"><img style="margin: 0pt 0pt 10px 10px; float: right; cursor: pointer; width: 198px; height: 200px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_eIPfAkfTxrAZ-ZjFvXpU39HJAaIjNQzisorf6ZYQDYd18sjbFs8-WPL-0tkR9LZ7CJwClzviEk6j0xksD186p7GIkJAclYlPmSoLSbPuCzgbkFhqDVeegnMQXn4r6ehy-dvZljITqGM4/s200/avatar2.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5328366896165773522" border="0" /></a>Bryan Konietzko ile Dante DiMartino, Family Guy ve Avatar'da çıkardıkları başarılı işlerden sonra; Avatar'ı sinemaya taşımaya karar verdiler; bunun açıklandığı çok oldu. İşte dublaj kadrosu da yeni şekillendi. Bir aksilik olmazsa "The Last Airbender" 2010'da galasını yapacak.<br />Seslendirecek isimlere bakınca dizideki kadronun baştan aşağı değiştiği görülüyor. Umudumuz büyük iş başarmak adına bu filmi batırmamaları yönünde tabii. Ama Cliff Curtis'in sesiyle bir Ateş Lordu izlemek ihtimali hafif heyecan yapıyor tabii.madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-32588602906783799332009-04-10T21:05:00.004+03:002009-04-10T21:16:58.571+03:00Twin PeaksBenim şu sıralar izlemeye başladığım 90-91 tarihlerinde çekilmiş bir David Lynch dizisidir Twin Peaks. David Lynch'ten kötü birşey beklemenin mümkünatı az olsa da; dizi deyince insan önce sürüncemede kalıyor. Lâkin iş bu dizi kolay hazmedilir bir nane değilmiş, ilk sezonunu izledikten sonra onu anladık. Toplamda otuz bölüm çekilmiş iki sezonda.<br />Karanlık atmosferi, "Katil kim?" sorusunun cevabının gerçekten bilinmeyişi, bunlar dışında devam eden günlük hayatı, karışmış ilişkileri ve tabii sipeşıl eycınt Deyl Kuupır'ı ile Twin Peaks zâtımın gönlünde yer etmiştir. Bilenler hatırlasın, bilmeyenlere duyursun netekim. Dizinin kendisiyle başladığı Laura'yı unutmadan tabii.<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgnF6N1El4_2is37oAOMRwOg8_d0XzJY7txUVUJ-qy4jpF47m2-A8BD9qRgbcduFyDacPoeg_O8aOrK3NmMO6VLfIY1_kDfIipF0HZna5Hpimo6FVOiio6pFSC_R_-Njy8b-OrEKSssbdbl/s1600-h/twinpeaks.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 222px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgnF6N1El4_2is37oAOMRwOg8_d0XzJY7txUVUJ-qy4jpF47m2-A8BD9qRgbcduFyDacPoeg_O8aOrK3NmMO6VLfIY1_kDfIipF0HZna5Hpimo6FVOiio6pFSC_R_-Njy8b-OrEKSssbdbl/s320/twinpeaks.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5323127841932086962" border="0" /></a>madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-40387199841891231212009-04-09T16:34:00.002+03:002009-04-09T16:37:25.378+03:00Bombay TV<a href="http://www.grapheine.com">grapheine.com</a> adresindeki Bombay TV'yi öğrenmek de lâzım bir yerde. Hollywood sinemasından daha iyi olduğu bezginlik getirene kadar tekrar edilen Bollywood'un kaliteli sahnelerine altyazı ekliyoruz. Eğleniyoruz. Seviniyoruz. Sarılıyoruz sıkı sıkı.<br /><br />Mesela Bemba hikâyesi tadında şöyle de <a href="http://www.grapheine.com/bombaytv/index.php?module=see&lang=uk&code=bc52744d4f20f8241ce6b8a00eb60b8c">bir şey</a> yaptım. Bakılsın, ibret alınsın.madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-79665640195001221222009-04-06T19:20:00.003+03:002009-04-06T19:28:43.421+03:00Butterfly Effect 3<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiYnh5enczT4cypIvfntgIK9P796Dbj9ZqKTzRs-OxUcJseXlk1zaubP_9j1e08PkVjg9ev9lOI-rodpEahfk2Z-6fOFwEB0Ic3EFto0WefnaIYK0JMa-EkmDd8BpFgL7GuJ44w8zNG3rUg/s1600-h/64l1li.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 232px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiYnh5enczT4cypIvfntgIK9P796Dbj9ZqKTzRs-OxUcJseXlk1zaubP_9j1e08PkVjg9ev9lOI-rodpEahfk2Z-6fOFwEB0Ic3EFto0WefnaIYK0JMa-EkmDd8BpFgL7GuJ44w8zNG3rUg/s320/64l1li.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5321614167695286594" border="0" /></a><br />İlk filmiyle ağza bir parmak bal çalıp ikinci filmiyle tarihin en kötüleri arasına giren serinin üçüncüsü geldi. O berbat ikinci filmden sonra bu vaha gibi gözükebilir; ancak oyuna gelmemek lazım. Averaj filmi çekmişler. Önceki filmlerdeki bodoslama "Geçmişe gideyim, onu yapayım, bunu yapmayayım." tiplerinden sonra, bu filmde yeteneğini gayetle dikkatli kullanan bir karakterle karşılaşıyoruz. Akıl hocası falan var. Tabii film böyle devam edemez diye bu herifi de kötü yollara sokuyorlar. Ondan sonrası birinci filmin kopyası. Karakterler değişik, hikâye değişik. Onun dışında farkı yok. Zaten pek oyunculuk yeteneği gerektirmeyen bir film. "Ekmek kapısı" niteliğinde bir film yapmışlar. Cepleri boş kalmaz inşallah şeklinde bir dilekte bulunalım.madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-69672398139252127792009-03-27T05:24:00.003+02:002009-03-27T05:47:08.913+02:00Martyrs<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikoY1LzffAsdF_8-FpBVpe1wepQkDmx3NVTxXIkwc4FOscukpZp38XSenya90bx1NuKZOwnFHXAgUYzL4CqXZq90iS6HXhNcTUPRdB-eS2ev70_OlItqIfo764fa0IRGlHPbgTfesPBNGV/s1600-h/martyrs_poster.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 240px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikoY1LzffAsdF_8-FpBVpe1wepQkDmx3NVTxXIkwc4FOscukpZp38XSenya90bx1NuKZOwnFHXAgUYzL4CqXZq90iS6HXhNcTUPRdB-eS2ev70_OlItqIfo764fa0IRGlHPbgTfesPBNGV/s320/martyrs_poster.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5317703707694789458" border="0" /></a><br />Fransa-Kanada ortak yapımı bu filmi, korku filmlerine yönelik yıkamadığım "Kötüdür kötü." önyargım nedeniyle izlemiyordum. Sırf cipse-biraya altlık olsun diye taktım, izlemeye başladım. Cipslerin heder olduğuna mı yanayım; yoksa bu filmin bu kadar güzel çıktığına mı sevineyim bilemedim.<br /><br />Film, berbat haldeki bir kızın kaçış sahnesiyle başlıyor ve hikayeye giriyoruz. Korku filmlerinin gerçeği sonralara saklama hadisesi bu filmde de var; ama asla sırıtmıyor. Zaten yarısından sonra bambaşka bir film hüviyetine bürünüyor ve onu da başarıyla kıvırıyor. İlk yarısında "Hassiktir! N'oluyor lan?" nidalarıyla izlenen film; ikinci yarısında içine bolca kan ve şiddet katılmış bir drama filmine dönüyor. Tabii cipslerin heder olmasının başlıca sebebi budur. Midesi hassas olanlar kesinlikle izlemesin diyeyim ben. İşkence, kan, dehşet, irin, beyin, bağırsak falan bolca kullanılıyorlar filmde. Bu filmi diğerlerinden ayıran ve damaktaki tadını muhafaza etmesine yarayan en önemli özelliklerinden biri de sonu. Klişelerin çok güzel kullanıldığı ve klişelerin dışında da çok şey vaat eden filmin sonu yutkunmaya sebep veriyor, küfre sebebiyet veriyor, ne iyiye ne de kötüye yoruluyor. Hazmedilemeyen yemek gibi.<br />Ve tabii, gözüme çarpan diğer güzel yanı da; izleyiciye devamlı şakalar yapması, sağ gösterip sol vurması. Aksiyonel bir sahnenin asla gelmesi beklenen yerden gelmeyeceğine emin olun.<br /><span style="font-size:85%;"><span style="font-style: italic;">Ama ben inanıyorum, böyle kafayı çizmiş insanlar vardır mutlaka dünyada.</span></span><br /><br />Oyunculuklara söyleyecek bir lâf bulamıyorum. Hikâyenin işlenişi, yönlendirilişi vesairesi de hiç bir şekilde göze batmıyor. Ama ben bu filmi sadece hata bulmak için izledim. Hata bulayım: işkence sahneleri fazla uzatılmış, yarısı kesilse de aynı yere varırdı. Başka da hata bulamadım pek.<br /><br />Kuvvetle ve şevkle tavsiye ediyoruz. Ve uyarıyoruz: "Kapıyı herkese açmayın."madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-4712827677256431852009-03-24T21:00:00.002+02:002009-03-24T21:15:45.453+02:00Rise of the Lycans<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNqVNCFuuGYZJLueQITBFUDJcGBpMX3y3VZqMJTWxCVwq34vMSoZ11ZOA86Uz9pjZ-edDWb5qJqjI8Tpp1TkZrqHbIpd2lAO57lLgK8QAhgi3V0xfB9LnSHn8Qnt9IDrtjUGtdHpEM1CP6/s1600-h/underworld_rise_of_the_lycans.jpg"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer; width: 215px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgNqVNCFuuGYZJLueQITBFUDJcGBpMX3y3VZqMJTWxCVwq34vMSoZ11ZOA86Uz9pjZ-edDWb5qJqjI8Tpp1TkZrqHbIpd2lAO57lLgK8QAhgi3V0xfB9LnSHn8Qnt9IDrtjUGtdHpEM1CP6/s320/underworld_rise_of_the_lycans.jpg" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5316831566306101218" border="0" /></a><br />Underworld serisinin üçüncü filmi; bir geri dönüş tribi olarak çekilmiş. Bu tür serilerin flashback filmlerine alıştık. Şimdi bu film ne bokmuş ona bakalım.<br /><br />Underworld, bilindiği gibi öyle kült bir film falan değil. Ne yeni bir şeyler kattı, ne de olanları geliştirdi. Ama "ortama biraz neşe katsın." türü filmler içerisindeki yeri sarsılmaz. Bu yüzden, zaten filmden büyük şeyler beklemek anlamsız. Geneli vasat olan serinin geri dönüş filmi, diğer filmlerinden daha iyi veya daha kötü değil. Lucian efendinin nasıl meydana geldiği, ortaçağ Avrupası'nda vampirlerin nasıl hükümranlık kurdukları ve Lycan namlı kurtadamlarımızın vampirlere karşı olan savaşı nasıl başlattıklarını anlatıyor. Kostümleri ve mekân tasarımları yönünden gayet başarılı olan bu filmi, oyunculukları ile ele alırsak; elimizde Michael Sheen ile Rhona Mitra'nın ortalama üstü performanslarından başka pek bir şey kalmıyor. Hatta filmi izlerken; diğer tüm oyuncular sadece figüran rollere bürünmüşler gibi bir hava da seziyoruz. Ki serinin kendi içinde önemli bir karakter olan Viktor efendi pek sönük kalıyor. Senaryo biraz daha çeşitlenseydi çok daha güzel bir film izleyebilirdik. Görsel efektleri ise tamamen sınıfta kalmış. Hatta diğer iki filmden daha geri gitmiş bile diyebiliriz. Lycan ırkı, şu salak online rpg oyunlarından fırlamış gibi gözüküyor. Üzerinde neredeyse hiç uğraşılmadığı belli oluyor. Yönetmenliktir, şudur, budur değinmeye gerek duymuyorum.<br /><br />Önceki iki filmi izleyip de beğeni eşiğine yedirmiş olanlar, beklentiyi yüksek tutmamak kaydıyla filmden keyif alabilirler.madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9050727087137533470.post-61502508818999235162009-03-21T02:04:00.004+02:002009-03-21T02:10:50.203+02:00Yerel Seçimlere Son Gaz GiderkenHer bir adayın bokları ortaya serilirken; Ankara kulislerini sarsan video ile işin rengi değişti tabii. İşin rengi çok değişti tabii. Bir sürü beş paralıksız insan sağda solda götten yalan uydurma yarışına girmişlerken; böyle haberler bizlerin yüzünde gayetle güzel gülümsemeler oluşturuyor. Ne demiş şair: "Bir kahkaha, bir pirzola.". Bir de "Yaşasın Türk Milleti!" tabii.<br /><br />Flaş habere ise <a href="http://www.ufuruk.com/2009/02/20/ankarada-toplu-seks-skandali/">buradan</a> ulaşabiliyoruz. Üfürük isimli sitenin tanıtımı olsun bu da bir nevî.madafakahttp://www.blogger.com/profile/11498571711223811682noreply@blogger.com4