8 Nisan 2008 Salı

Sanat ve Felsefe

Yayınıma akıl ve fikir şeysi duyurusu ile devam ediyorum. İlgilenenler için "Felsefe Açısından Sanat ve Dil Sempozyumu" 21-22 Nisan tarihlerinde Mimar Sinan Üniversitesi Oditoryumunda. Güzel okulumuz Fındıklıda. Bekleriz.. Bir de link koyalım. Bu sefer janjanlı link koyamadım. budur. Saygılar..lar..lar..lar


http://www.msgsu.edu.tr/msu/ana_duyuru/felsefe2.pdf

kartondan pelura


yayın çizgisini falan bir yana koyalım, mevzu o değil şimdi ama ben o kalın kağıdı seven üç beş kişiden biriydim herhalde. zira katlayarak okuması gayet rahat oluyordu. neden sonra bugün yayınevinde elime geçtiğinde gördüm ki, bu sefer kartondan pelur kağıda dönmüşler.

gerçek denilen şey her zaman ifratla tefridin arasındadır, bildiğim budur.

Mongol

"Nasılmış lan bu? O kadar lafını ediyorlar." gazıyla izlenen filmlerden biri olacağı konusunda emindim. Ama film biraz abzürd çıktı.

En başta "Aaaa! Ben bu adamı sümsük sanıyordum lan!" şaşkınlığı geçirdik filmde. Çünkü bu Cengiz Han denen herif öyle bir acılar çekmiş, öyle zorluklardan geçmiş ki, bir nevi Küçük Emrah'mış kendisi. "Bir zamanlar fakir ama gururlu bir Moğol vardı." edebiyatı yapabilirmiş. Yapmamış.

Film tam anlamıyla bir görsel şölen. Öyle ki; insanın her 3-4 dakikada bir durdurup sahnelerin fotoğrafını çekesi geliyor. "Ulan orda ne rakı içilir ha." diye düşünüyor insan. "Of! Of! Of! Manzaraya bak" diyor insan. Bu insan neler diyor, neler düşünüyor; onlar var işte filmde. Ama birader, savaş yok yahu doğru düzgün. Bir Cengiz Han filmi denince insan savaş bekliyor, şöyle büyük ordular çarpışsın bekliyor. Stratejik hamleler bekliyor, savaş mucizeleri falan bekliyor. Bir sürü atlı Moğol bekliyor. Yok ama yok yok! Cengiz Han'ın Küçük Emrah dönemini anlatıyor yani bir nevi bu film. Böyle büyüyen bir insanın da ileride katliamlardan soykırımlara uzanan dizilerce şerefsizliği yapabileceğine hak vermenizi istiyor. Hak verirsiniz yahut vermezsiniz tabii orası sizi bağlar; film neticede.

Hakkını yemeyelim ama; filmde bir kaç savaş sahnesi var. Onlar da gerçekten ağzını açık bırakıyor izleyenin. Hele ki kamikazelerin binlerce kişilik ordunun içine bir girişi var ki; bitiyorsun, iki kılıç alıp koşturmak istiyorsun.

Tadanobu Asano abimiz bu role de yakışmış ama. Cuk oturmuş. Ustalığına diyecek tek bir sözümüz de yok zaten. Hasılı, izlenmeye değecek bir film olmuş bu. Ama daha fazlası değil.
Bitti.

7 Nisan 2008 Pazartesi

Madonna delle Arpie


o kitaplar ki, insanın içini ezer, büker, yoğurur, kıyar, kamaştırır; insan bazı kitapların oyuncağı olmaya izin vermeli.

kürk mantolu madonna'yı bitirdikten sonra ave maria'nın schubert versiyonunu bulup dinlemenizi öneren isviçreli diş hekimleri değil, bizzat benim...

ps. madonna delle arpie, andrea del sarto'nun tablosu.

5 Nisan 2008 Cumartesi

Mavi bir cumartesi sabahı...

Bilenler bilir, şimdiye kadar da gitmiş olabilirsiniz. Ben şu Boğaz hattı ile Anadolu Kavağına yeni gidenlerdenim. Daha önce tabanvay olarak gittiğim kavağa, bu sefer denizden ulaşmak, hem keyifli hem de acısız oldu. Muhtelif yerlerden binebiliyorsunuz vapura. Gidiş-dönüş 12.50 YTL. Biz Beşiktaş'tan saat 10:50'de eklendik diğer güruha. Keyifli, sıcak, bol çaylı kahveli 1 saat sonunda, kavağa ulaştık. Saatleri uygun, ancak dönüş için 15:00 bana erken derseniz; 16:00 ve 17:00 sarıyer opsiyonları da mevcut. Ancak söyleyelim,halen kış tarifesi uygulaniyor. 14 Nisan'dan itibaren saatler yaz tarifesine göre değişecek.

Köşedeki balık-ekmekçilerden uskumrumuzu sardırıp, biramızı aldıktan sonra, yaklaşık 15-20 dakikalık bir tırmanıştan sonra, kaleye ulaştık. Havanın biraz serin olmasının avantajını kullanarak, piknik tip ailelere ve mangal kokusuna maruz kalmadan keyfini çıkardık kavağın. Karadeniz ile marmaranın birleştiği noktaya, boğazın girişine bu kadar yakın olmak, "şimdi burdan vursak, gitsek gitsek Rusya'ya mı varırız" sorusunu akla getiriyor :) Koca bir haritanın üzerindeymişiz gibi..

Arkamızdaki yorgun yapı, halk arsında Ceneviz kalesi olarak bilinen Yoros kalesi. Hali çok harap. Bu ülkenin, tarihi eserleri korumaz ve kollamaz tavrına karşılık, ısrarla o tarihin tozlu sayfalarına gömülmemek için direniyor.

Dönüş yolunun sonunda meydan kahvesinde bir şekerli kahve iyi oluyor. İsteyene lokma ve waffle seçeneklerimiz de var. Ardından vapura biniş ve sırayla iskelelere uğrayarak, tekrar Beşiktaş. En son olarak da tadında bir Cumartesi havalanmasının ardından, projeleri hazırlamak üzere eve varış :)


Keyifli bir boğaz turu geçirmeniz dileğiyle...