27 Haziran 2009 Cumartesi

Anlat İstanbul

Bazı filmlerden azami ganimeti alabilmek için farklı izlemeler yapmak gerekir. Misal Godfather serisini salt bir mafya filmi olarak değil de; kapitalizmin gelişim sürecini anlatan şahane bir film olarak izlemek her zaman daha faidelidir. Böyle filmler, değişik zamanlarda teklifsizce çıksalar yine ve tekrar izlenirler, değerlerini yitirmezler.

Anlat İstanbul'u Godfather'ın yanına koymak ne kadar uygundur bilemem. Ancak yanında yer almasa bile; en kötü ihtimalle bir sıra arkasında oturduğunu düşünüyorum. Öyle ki; gece dört buçukta bir TV kanalında çıksa, sahnelerinin yarısı kesilmiş olsa, sabah bekleyen işler olsa da kendini izletir.
Türk sinemasında pek alışık olmadığımız bir kurgu biçimi, çeşitli yönetmenlerin kendi stilleriyle anlattıkları hikayeler, masal imgesi ve müthiş oyunculuklar gibi maddeleri sıralamaya gerek bile duymuyorum. Bu perspektiflerden bakıldığında şahane bir filmdir.
Odağa odaklanmış ve ona doğru ilerlerken yüzlerce detayı ezip geçen bir erkek beyniyle bakıldığında da şahane filmdir. Odağı unutmuş ve detayların arasında gezinen bir kadın beyniyle bakıldığında da şahane filmdir. Ancak bu filmin hakkını teslim etmek için bunlar yeterli değil işte.

Her şehrin masalları vardır. Şehrin "sakinleri" bu masalları vizyona koyarlar. Uzaktan bakarak izlediği masalın gürültüsüne kapılan ve masal karakteri olmak isteyen insanlar da masalın hazırlandığı film setine akın ederler. Halbuki ne o masala ajanslardan çağırılmış oyuncular, ne de izleyenler; masalı yaşayamazlar. Masal, havada kalmış bir hikayedir, hiç bir zaman gerçekleşmeyecek bir istektir. Masalın varlığına inanıp, kendi de dahil olmak isteyen her insanın karşılaşacağı nihai durak çürümüş bir duvardır ancak. Hem bu masallarda ne başrol için yönetmenin yatağına girmek zorunda kalan prensesler, ne de "televizyona uygun bir sıfatı olmadığı için" kovulan 8. cücelerden bahsedilmez. Bu hikayeler masalın kendisinden daha büyük yer kaplarlar aslında ve tabii masalın inadına gerçeğin başkentinde ikamet ederler.

Anlat İstanbul, işte tam olarak buradan alıyor bayrağı. Bu masalların; her köşesinde, her an, farklı şekillerde yaratıldığı İstanbul'un; makyajlı suratına bir tokat indirmeyi görev addediyor. "Size üfürülen masalların film setinde bunlar yaşanıyor!" diyor. Bütünün tamamına hakim olamasa da, ışık tuttuğu örümcek ağı bağlamış köşelerde görülenler bile sahici bir anlama ulaşmakta yol kat ettiriyor. Filmin tüm karakterleri ve hikayelerinin ötesinde duran ana fikrini de; küçük bir kızın ağzından göze parmak sokmadan aktarıyor: "Şehirler arasında en güzeli İstanbul'dur. Bundan eminim. Çünkü ben İstanbul'u hiç görmedim."

Her şehrin birden fazla yüzü vardır. En sahteleri ise uzaktan görünenler işte. Şehir genişledikçe sahte yüzleri güzelleşir. Ben derim ki, şehirler arasında en yalancısı İstanbul'dur. Ardından İzmir gelir. Bir de Ankara'dan bahsederler ama; o konuda selamı kafcamus'ye verelim. Anlamam ben.

İncelikle işlenmiş karakterleri ve ilişkileri başlı başına hayran olunabilecek yanlar taşısa da; bu filmi bir de böyle izlemek gerek. Altan Erkekli'yi bu filmde izledikten sonra; "Komedi Türk" adı altında yaptığı şaklabanlığa neden kazan kaldırıldığı da anlaşılır tahminimce.

Şu sahneyi izleyip etkilenmeyecek insan var mıdır? Yoktur bence.




Halen Youtube'a erişmekte sorun çekenler için de şöyle bir şey var kıyıdan.

2 yorum:

gp maksimov dedi ki...

umit unal'in sahane insan olduunun ispatidir.
madafaka bi de Dokuz yazisi bekliorum senden. bi de bu iki filmin dvd'si bulunur mu?

dikkatsiz okur dedi ki...

ooo ben bu filmi unutmuşum bak, şahane oldu.. nasıl güzeldi hakkaten.